AİLE HİKAYELERİ

Bundan yaklaşık dokuz yıl önce hayatımda önemli bir kırılma yaşadım. Söz ettiğim kırılmanın çok olumsuz bir etkisi olacağını, hatta hayatıma darbe vuracağını düşünmüştüm. Şimdiki hayatıma baktığımda ise tam tersi; açıcı, rahatlatıcı ve genişletici bir etki yaratmış olduğunu görüyorum.

Ben farklılıklara, farklı kesimlere ve farklı anlayışlara duyarlılığı hep önemsedim. Ayrıca kendimi hayatım boyunca farklı gördüklerimi horlamayan bir noktada tutmak için çabaladım. Çocuğumu da bu şekilde yetiştirmeye çok özen gösterdim. O kırılma noktasından sonra şöyle bir geçmişe baktığımda farklılıklara saygılı olduğunu sanan Nedime’nin aslında hiç de öyle olmadığını fark ettim. Çünkü ben oğlumun belli farklılıklarını küçüklüğünden beri hep görmüş, keşfetmiş ama bunlara çeşitli gerekçeler uydurarak onu ortalamaya çekmek için zorlayan bir anne olmuştum. Yani onda bir farklılık gördüğüm için onu psikologa taşımış, psikologun yarattığı olumsuz etkileri sorgulamadan doğru olarak kabul etmiş ve bu süreci yok sayarak yaşamaya çalışmıştım.

Sonra bir gün oğlumdan ezberimi bozan ve beni kendime yakınlaştıran bir mektup aldım. Yatağımın üzerinde öylece duran pembe renkli mektubu görünce, “Acaba oğlum bana nasıl bir hikaye anlatmış” diye düşünerek açtım. Mektup “Ben eşcinselim” diye başlıyor, bu açıklamanın ardından, henüz 17 yaşında olmasına rağmen sanki ebeveynimmiş gibi bunu öğrendiğim zamanki tepkimi anlayacağını yazıyordu.

Gerçekten beynimden vurulmuşa dönmüştüm. Hani çizgi filmlerde kafanızı çarptığınızda yıldızlar uçuşur ya… Gerçekten yıldızların uçuştuğunu gördüm. Mektubun sonunda oğlum üç gün eve gelmeyeceğini, ben durumu sindirdikten sonra konuşabileceğimizi belirtmişti. Sindirmem mümkün değildi. İşte o noktada, farklılıklara, eşcinsel ya da transseksüel olduğunu söyleyen insanlara saygılı ve hoşgörülü olduğunu zanneden Nedime’nin, çocuğunu sıkıştırmaya çalışan, anlamakta zorlanan, onun durumunu bir tercih olarak gören bir anne olduğu ortaya çıktı. Tüm çabam eşcinselliğin ne olduğunu öğrendikten sonra hızlıca çocuğumu değiştirmek ve onu bu tercihten kurtarmaktı.

“Tercih” kelimesini özellikle kullanıyorum çünkü algımın temelini bu oluşturuyordu. “Tercih” yanılgısından uzaklaşmak için uzun bir serüvene ihtiyacım vardı ve sizlerle bunu paylaşacağım.

Mektuptan sonra çocuğumu psikologlara, psikiyatristlere götürdüm. Bu konuyu bilen, bizi anlayacak, bize doğru yolu gösterecek birine denk gelmek istiyordum. Bir araştırma yaptım ve gerçekten iyi bir psikolog ile karşılaştık. Oğlumla gitmeye başladık ama psikologun asıl amacı benim sürecimi rahatlatmakmış. Oysa ben onun oğluma “Sen yanlış bir noktadasın, kendinle doğru bir ilişki kurmuyorsun” demesini bekliyordum, öyle olmadı.

O mektup anının duygusunu, üzerinden 9 yıl geçmesine rağmen şu an bile hatırlıyorum. Okuduktan sonra oğlumu ikna etme çabalarım başlamıştı. Onu sürekli “tercih” dediğim şeyle sıkıştırmaya, “Öyle tercih etme de, böyle tercih et” diye telkinde bulunmaya çalışıyordum. Uzunca okumalar ve başkalarıyla konuşmaların ardından bunun bir tercih olmadığını fark etmeye başladım ancak beynim kabul etse de, kalbim durumu bir türlü kabul etmiyordu. Oğluma “Bu durum bir tercih değil de senin anlattığın gibi bir şeyse, ben bunun aktivizmini yaparım” derdim. Çünkü ben bile bu konuyu böyle dışlamış, yok saymış, bu kadar tutucu ve homofobik kalmışsam kim bilir dış dünya ne durumdaydı? Bu meseleye ilk defa bu kadar yakından bakıyordum ve her baktığımda da kalbim, ruhum kırılıyordu. İçimde bir isyan, bir itiraz yoğunlaşıyordu.

Kabulü nihayet gerçekleştirdiğimde ise “Hayatında eksik bıraktığım şeyler mi oldu, bunlar çocuğumun yönelimini etkilemiş midir?” kuşkusu gelip yakama yapıştı. Kendimi bir müddet de böyle sorguladım. Daha sonra aile grubuyla tanıştım ve o günden sonra onların bir parçası olmaya özen gösterdim. Gruptaki paylaşımlarımızdan bunun bir annelik meselesi olmadığını, toplumun her kesiminden, her sınıftan annenin LGBTİ+* çocuğu olabileceğini, bunun bizim çocuklarımızla kurduğumuz ilişkiyle ilgisi olmadığını öğrendikten yani bu alanı keşfettikten sonra bakış açım, hayatı algılayış biçimim, kendimle kurduğum ilişki çok değişti. Anlama çabam giderek yükseldi ve bu bir sorumluluk haline geldi. Derken kişisel tercihlerimi ve hayat akışımı etkileyen bir şeye dönüştü. Ayrıca annelik ve sevgi üzerine düşünmeye çalışan biri olarak sevginin sorumluluk almayı ve anlamayı gerektirdiğini yaşayarak bir kez daha doğrulamış oldum.

Farklı olana farkını göstermesi için saygı göstermek ve alan açmak benim çok değer verdiğim bir konu, hayatla bağlantımın temellerinden biri. Ayrımcılık konusunu hayatım boyunca hep önemsedim ama insan bu alandaki bazı konuları çok önemserken LGBTİ+ hakları gibi bazılarını da yok sayabiliyor. LGBTİ+ hakları benim göz ardı ettiğim, sadece saygı duyduğumu söylemekle yetinerek arama mesafe koyduğum bir alandı.

Bugünkü aklım olsa çocuğum bana mektup bıraktıktan sonra onu psikologa gitmeye asla zorlamazdım çünkü bu onun değil, benim zorlandığım bir durumdu. Onun bu konuda bir desteğe ihtiyacı yoktu. Eğer bu kimliği benimseme konusunda bir zorluk çekseydi ve ben bunu görseydim gitmesi gerektiğini düşünebilirdim.

Farklılıklara saygı gösterilmesi gerektiğini düşünen ben, farklı diye onu doktor doktor gezdirirken maruz kaldığımız şeyler oldu. Çocuğumla arama mesafe koymamı söylediler. Bunlar anne-çocuk ilişkisini kıran, bozan şeylerdi ve bunu ancak şimdi fark ediyorum.

Eşcinsellikle yüzleşmek, norm dışına çıkan şeylere bakış açımı değiştiren bir etki yarattı. Ben üniversiteyi bitirdikten sonra evlenmiş, çocuk istemememe rağmen evlendikten 4-5 sene sonra çocuk yapmış, normal, standart hayat süren bir kadındım.

Oğlumun eşcinselliğini öğrenmeden evvel eşimden ayrılmıştım, hayatımı hızla değiştirmeye çalışıyordum ki bu meseleyle karşılaştım. Şimdi bu karşılaşmanın hayatımı özgürleştirdiğini keşfediyorum. Anlayarak ve kavrayarak sevmek gerçekten insanı çok özgürleştiriyor ve rahatlatıyor. Ben de oğlumla birbirimizi anlamanın ilişkimizi daha yukarılara taşıdığını görmüş oldum.

Oğlum küçükken onunla ilgili geleceğe dönük hayaller kurmazdım; varsaydığımız şeylerden ibaretmiş gelecek dediğimiz, o yüzden kurmuyormuşum. Şimdiyse onun kendine uygun olanı seçme konusunda daha güçlü ve kendisinin farkında bir birey olduğunu gördüğüm için içim rahat. Ben onun kendini zorunlu ve mahkum hissettiği ilişkiler, tercihler içinde olmasını istemem.

Kişilik ve donanım olarak o noktada olmadığını görmek beni rahatlatıyor. Benim dileğim, kendine istediği gibi bir hayat kurması. Benim eşcinsel, transseksüel arkadaşlarım vardı. Oğlum da buna dayanarak bana ilk açıldığında “Öyle mi yavrum, demek eşcinselsin” deyip gayet anlayışlı bir şekilde koluna gireceğimi varsaymış ama hiç öyle olmadı. Bu meseleyi anlayıp kabullenme konusunda geçirdiğim süre içinde şunu gördüm; ebeveynleri yanlarında duran çocuklar kendileriyle ilgili çok güçlü oluyorlar.

Belli bir olgunluğa eriştikten sonra hayatla başa çıkabilme konusunda güçleniyorlar. Hiç unutmuyorum, bir defasında otuzlu yaşlarda bir gay arkadaşım bana “Bütün dünyaya karşı koyabilirim, yeter ki annem yanımda olsun” demişti. Bu cümle hafızamda çok yer etmişti. Ben de şunu gördüm; ben çocuğumun yanında olduktan sonra özgüveni, kendisiyle kurduğu ilişki daha sağlıklı bir hal aldı ve daha iyiye gitti. Ebeveynleri yanında duran çocukların kendileriyle barışma, hayatta yer edinme ve özgüven kazanma konusunda daha avantajlı olduğunu düşünüyorum.

Çocuğu kendisine açılmış ebeveynlerle buluştuğumuzda, duygularını ve eğer bir acı yaşıyorsa (ki birçoğu yaşıyor) acısını anladığımı hissetmelerini istiyorum. Benzer şeyleri yaşadığımızı söyleyip kendi hayatımızdan örnekler veriyoruz. “Şu an değişmez gibi gördüğünüz duyguların değişmesi için lütfen bir şans verin” diyoruz çünkü ben de psikologa gittiğimde duygularım tanınsın, anlaşılsın, hatta onaylansın istiyordum. Onaylamayan birine karşı tam tersi katılaşıyordum ve daha çok savunmaya geçiyordum. Oysa sizi anlayan biri karşısında gardınızı daha kolay indiriyorsunuz. Biz de aile grubunda öncelikle birbirimizi anladığımızı hissettirmeye çalışıyoruz. Onun dışında da kendi deneyimlerimizi, zorlukları nasıl atlattığımızı, o zorlukları hangi araçlarla aşabileceğimizi, dayanışmanın ne kadar önemli olduğunu, dayanışma gücünü nerelerden bulabileceğimizi paylaşıyoruz.

Zorlukları aşma konusunda benim de strateji diyebileceğim yöntemlerim olmuştu. Algımın en düşük olduğu zamanlarda durumu hiç kimseyle paylaşmamıştım. Algım yükseldikçe paylaşmam ve başkalarından gelen tepkileri ölçmem gerektiğini anladım. Sonra arkadaşlarıma açılmaya başladım. Açılırken stratejik seçimler yaptım. İlk açıldığım arkadaşlarım bu meseleye daha pozitif bakan, oğlumu yargılamayacak, onunla aralarına mesafe koymayacak insanlardı. İyi ki öyle yapmışım. Oğlumun eşcinsel olduğunu açıklamamın ilişkilerimi zedelemesinden
korkmadığımı söyleyemem. Sonuçta kendimizi dostlarımızla, çevremizle ve ilişkilerimizle var ediyoruz ama korktuğum gibi olmadığını görmek beni giderek rahatlattı ve başkalarıyla paylaşım konusunda daha güvenli kıldı.

Ben farklılıklar konusunda mücadele etmiş, başkalarının uğradığı ayrımcılığa karşı koyarken ömürlerini vermiş, bedel ödemiş pek çok insana yakınlık duydum ancak şunu biliyorum ki onların bir çoğu homofobik ve LGBTİ+ alanına mesafeli duruyorlar. Bunu görmek için illa tecrübe etmek gerekmiyor.

Bizler ayrımcılık alanlarının birbirini destekleyip, ürettiğini, bir şeye karşı çıkarken başka bir konudaki ayrımcılığın, mücadele ettiğimiz, emek verdiğimiz şeyleri nasıl yerle bir ettiğini fark edip, hayat mücadelesine bir bütün olarak bakmalıyız ve hepsinin birbiriyle etkileşim içinde olduğunu görüp, gereken desteği tümüne birden vermeliyiz.

Ben hayatımın önemli bir bölümünde bu alandan uzak kaldığımı vicdanım sızlayarak görüyorum. Onların yaşadığı şiddet, ayrımcılık, yok sayılma meseleleriyle ilgili elbette destek vermeliydim. Bunu çocuğumla fark etmiş olmam benim adıma üzücü ama fark edip de bu konuda mücadele etmemek daha da üzücü. Kendi çocuklarımızın yaşamasını beklemeden, haksızlıklara ve şiddete karşı hep beraber, omuz omuza mücadele etmeyi çok önemsiyorum. Biz anneler olarak LGBTİ+ bireylerin hakları için çok şey söyleyebiliriz, etki yaratabiliriz. Bunun dilini ve yöntemini bulmamız gerekiyor, sadece kendi çocuklarımız için değil ayrımcılığa uğrayan tüm insanlar için, insanlık için.

35 yıldır resim yapıyorum. İlk yapmaya başladığımda, benim için en önemli şey, tuval üzerindeki resmi gerçekliğe olabildiğince yaklaştırıp karşımdaki izleyiciyi bu gerçekliğe ikna edebilmekti. Resim yaparken en büyük endişem bu ikna konusuydu.

Karşımda duran bir ağacı çizmek için önce paleti hazırlıyorum, tüm renkleri sıkıp sonra  karıştırıyorum. Ağacı yeşil görüyorum dolayısıyla en çok sıktığım renk yeşil. Yapmaya devam ederken aslında yeşilin ağacın içerisinde ne kadar az olduğunu fark ediyorum. Kahverengi var, sarı var, mor var, mavi var, beyaz var ama yeşili o kadar az kullanıyorum ki. Bunun gerçek olamayacağını düşünüyorum. “Bir yerde hata yapıyorum” diyorum fakat gören herkes ağacın ne kadar güzel olduğunu söylüyor. Daha net bir şey olsun diye, basite indirgeyip bir tane kırmızı elma alıyorum, kırmızı elmayı masamın üzerine koymuşum, kırmızı elma boyuyorum. Önümdeki palete bakıyorum yine en az kullanılan renk kırmızı.

İçinde yine sarı var, yeşil var, mor var. Gölgesi gerçekten mosmor, masanın üzerine koymuşum altı mosmor görünüyor. Yine en az kullandığım renk kırmızı. 35 yıllık sanat hayatımda öğrendiğim bir şey var ki, o da duyularımız bizi yanıltıyor. Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını fark etmeye başlamıştım. Hiçbir şey göründüğü gibi değildi.

Aradan yıllar geçti, hala resim yapmaya devam ediyorum. 15 yaşında bir erkek çocuğum var. O kadar güzel bir hayatımız var, o kadar mutluyuz ki… Çocuğuma çok güveniyorum. Dünyanın en güzel çocuğunu doğurmuşum, en güzelini. Karakteri de yavaş yavaş oturmaya başlıyor, her gün görüyorum. Her gün yeni bir yönüyle karşılaşıyorum. Çocuğumun hem içi, hem de dışı o kadar güzel ki…

Bir sabah içimde garip bir hissiyatla uyanıyorum: çocuğum bana yalan söylüyor. Bunu kendime yediremiyorum, o kadar yakınız ki, bana yalan söyleyemez diye düşünüyorum. Ona o kadar çok seçenek sunuyorum ki, bana yalan söylemesini gerektirecek hiçbir şey yok. Bir iki yalanını yakalıyorum. Bilgisayarını kurcalıyorum, utanıyorum ama kurcalıyorum. Bilgisayarında bir mektup görüyorum, Kaan isminde birine yazılmış bir mektup, bir aşk mektubu. Edebiyatı o kadar iyi ki, bir kız arkadaşı Kaan’a aşık oldu, çocuğuma da “Bir aşk mektubu yazar mısın, Kaan benim duygularımı anlasın.” diye rica etti, öyle bir mektup zannediyorum. Yalanlar devam ediyor.

Başka bir sabah “Tamam, bu yalanlar buraya kadar” duygusuyla uyanıyorum. Çocuğumu okul çıkışında alıyorum, bir kafeye gidiyoruz. Ona “Bu hayatta güvenebileceğin tek kişi benim, seni şu kadar seviyorum, bu kadar seviyorum… Ama yanlış giden bir şeyler var. Sen bana yalan söylüyorsun, bunları açıklamanı istiyorum.” diyorum. En sonunda ona bir soru soruyorum “Çocuğum, Kaan kim?”

O arada bir pizza söylüyoruz, bu pizza benim hayatımdaki en önemli pizza. Pizza geliyor, bir parça kopartıp ağzıma atıyorum. “Tamam anneciğim, ben bunu artık sana söylemek zorundayım. Kaan benim sevgilim” diyor. “Nasıl yani anlayamadım” diyorum. O pizza lokması hala ağzımda duruyor. “Ben geyim anne.” diyor. O an o kadar büyük bir şok yaşadım ki, kendimi şöyle telkin ettim: Sakin ol, tepki verme, sadece sakin ol. Bir iki soru sordum, mesela ne zamandan beri kendisini böyle hissettiğini… Sonra bu sıfatı kendisine yakıştırmaması gerektiğini, bu konuda çok fazla bilgimiz olmadığını, birlikte bir uzmana gidersek bizi bu konuda aydınlatabileceğini söyledim. Kabul etti.

Hesabımızı ödeyip kafeden çıktık. Kafede saat 7‘de ağzıma attığım o pizza lokmasını gece 11.30’da hala yutamamıştım. Herkes uyumuştu, ben sabaha kadar uyuyamadım. Sabah oldu, İzmir’deki en iyi psikiyatristlerden birini buldum, ona gittim. Önce tek başıma gittim. Bu arada bu konuyla ilgili çocuğumla hiçbir şey konuşmadık. Ama dünya benim başıma yıkılmıştı, onunla ilgili kurduğum hayaller suya düşmüştü, sanki çocuğum ölmüştü, öyle hissediyordum. İçimde öyle bir yangın vardı. Psikiyatrist bana kabaca bunun nasıl bir şey olduğunu anlattı ama  istediğim şeyi alamadım ondan çünkü amacım çocuğumu değiştirmek, onu bir heteroseksüel yapmak yani “normal” dediğimiz çocuklardan biri, çoğunluk gibi yapmaktı. Psikiyatristin açıklamalarından pek tatmin olmadım sonra bir psikolog buldum, genç bir arkadaş, ona çocuğumla birlikte gittim. Girer girmez durumu anlattım, bana söylediği ilk şey “Eğer çocuğunuzu değiştirmek istiyorsanız lütfen bir daha buraya gelmeyin” oldu “Ama çocuğunuzun toplum içinde kendisi gibi yaşamasını istiyorsanız gelin” dedi. Terimlerin hepsini bana güzelce açıkladı. Ben hala, “Benim çocuğum daha 15 yaşında, hiçbir cinsel tecrübesi yok, bir çocuk hiç tecrübesi yokken hemcinsine ilgi duyduğunu nasıl açıklayabilir?” diye ısrar ediyorum. Psikolog “Bizim için kişinin beyanı ve hisleri önemlidir.” diye cevaplıyor. Öğrendiğim en önemli şey burada karşıma çıkmıştı yine: Duyular bizi yanıltıyor, en önemlisi hisler. Ben kabullenmeye o gün başladım. Bunu öğreneli iki yıl oldu. İlk başlarda sürekli ağlıyordum. İlk bir yıl, arkadaşlarıma hatta hiç tanımadığım insanlara sırf bu ağlamayı yenebilmek için ortada hiçbir konu yokken “Merhaba Ayşe, biliyor musun benim oğlum eşcinsel” diyordum. Bunu defalarca böyle söyledikten sonra artık ağlamadan açıklamayı öğrendim.

Şimdi her gün çocuğumun yeni ve çok güzel özelliklerini öğreniyorum. Her gün… Bana öyle çok şey öğretti ki… Saatlerce kitaplar okudum, sadece cinsellikle ilgili değil, hayata dair binlerce şey. Bunların hepsini çocuğum sayesinde öğrendim, ona çok şey borçluyum.

Benim hikayem 20 yaşındaki trans erkek evladım hakkında. Doğumuyla bana çok büyük mutluluk veren, varlığıyla mutluluk vermeye devam eden çocuğum, kız olarak dünyaya geldi. Kendimi bildim bileli en çok arzu ettiğim şey anne olmaktı. Benim için en kıymetli şey buydu. İlk kızım dünyaya geldi, dileğim gerçek oldu. Bir kızım daha olsun, benim yokluğumda birbirlerine can yoldaşı olsunlar istedim. O dileğim de oldu.

Büyük kızım sürekli karşı cinsin oyuncaklarıyla oynadığı için üç buçuk yaşına geldiğinde onu bir uzmana götürmüştüm. Bana “Çocuğunuzun bir şeyi yok, gayet sağlıklı, siz kendinize bakın” demişti. Sonra ortaokulda giyim tarzıyla ilgili sorunlar yaşadım. Elbise giydiremiyordum. Hep pantolon giyiyordu. Hatta ilkokul mezuniyet gecesinin en güzel kızı seçildiğinde hüngür hüngür ağlamıştı. Neyse, ortaokulda yeniden bir uzmana götürdüm “Çocuğunuz son derece sağlıklı, ‘siz’ bir uzmana görünün” dedi. “Eyvallah” dedim. Lisede tekrar götürdüm, yine böyle söyledi. Anne olarak, çocuğumda bir kusur olacağına, varsın bende olsun diye düşünüyorsunuz. Diyorsunuz ki “Çocuğum sağlıklı olsun da, ben bir şekilde hallederim”.

Çocuğum internet üzerinden bilinçlenip, trans birey olduğunu anladığında ve bunun da bir çözümü olduğunu fark ettiğinde lise son sınıftaydı. Bize de konuyu o zaman duyurdu. O zamanlar onsuz danıştığım uzmanlar “Dinlemeyin, henüz çok erken. Hevestir, ergenlik kaynaklıdır, geçer” dediler. Bu da benim işime geldi, “Tamam” dedim. Oysa çocuğum daha önce de ipuçları vermişti. Şöyle ki, bilgisayarı bozulmuştu, format atıldığında bilgi işlemci arkadaşımdan öğrendim ki, çocuğum sosyal medyada kendini erkek olarak tanıtıyormuş. O zaman da çok kaygı duymuştum ama bu bilgiye onun kontrolü dışında ulaştığım için haklarına tecavüz olacağını düşünüp ona sormamıştım.

Lise sonda bu konuyu bize açtığında ilk hissettiğimiz şey suçluluk duygusu oldu. “Nerede hata yaptık, yetiştirirken bir yerde hata yapmış olmalıyız” diye düşündük. 15 aylıkken babasından ayrılmıştım, ayrılmamam mı gerekirdi? Çalışırken onunla yeterince ilgilenememiş olabilir miydim? Ben babamı beş buçuk yaşımdayken kaybetmiştim. En büyük travmamdır; her yıl okul açıldığında ilk hafta derse giren tüm öğretmenler, onları neden ilgilendiriyorsa, ilkokul, ortaokul, hatta lisede bile, “Babanızın mesleği ne?” diye sorardı. Kime ne? Benim eğitim hayatımla babamın mesleğinin ne ilgisi var? Benim için “Babam yok” demek korkunç bir olaydı. Okul açılış dönemlerinden bu yüzden nefret ederdim. Bu soru bana kendimi hayata yenik başlamışım gibi hissettiriyordu.

Bu nedenle “Ben babasız büyüdüm, çocuğumun babasından da o 15 aylıkken ayrıldım, kesin bu yüzden böyle oldu” diye düşündüm. Onu babasız bırakmamak için yeniden evlenmiştim. Baba şefkati aradığım için kendimden büyük biriydi ama yine olmamıştı. Neyse, çocuğumun bana açıldığı dönem hakikaten çok korkunç geçti. Kendimi kimseyi yargılamayan, ayrımcılık yapmayan, empati kurabilen biri olarak görüyordum ama ben öyle zannediyormuşum. Çocuğum bana böyle bir konuyla geldiğinde çok yadırgadım, “Nasıl olur” dedim “Saçmalık bu” dedim, onunla mücadele ettim. Bir sürü saçma sapan davranışlarda bulundum. Tabii bunları şu an baktığım yerden görüyorum ama o gün bulunduğum noktada paçalarım tutuşmuştu, dünya başıma yıkılmıştı. Uykusuz, gözyaşları içinde çok geceler geçirdim. Ağlamaktan şişen gözlerimi makyajla kapatarak işe gittim fakat gördüm ki çocuğumun olmazsa olmazıydı bu. O duruşundan hiç taviz vermedi. Başka türlü olamayacağını bu süreçte bana öğretti.

Üniversite hayatına başlamadan hemen önce onun desteğe ihtiyacı olduğunu gördüm ve bu konunun uzmanı olduğunu öğrenebildiğim kişilere ulaştım. Önce bir psikologla görüştüm, bana “Böyle bir şey için çok erken, 25 yaşına kadar takip edeceğiz” dedi. Bu çok uzun bir süreydi. Çocuğum şimdi 20 yaşında ve ben 2 yıl öncesinden söz ediyorum. Bu yılları bekleyerek geçirmek gibi bir lüksümüz yoktu. Psikolog hanımefendinin söylediğini yapsaydık ben çocuğumu kaybederdim. Zaten bana açılmadan önceki süreçte, çocuğum beni üzmemek için o bedende erkek hislerini hapsetmişti.

Psikologdan bir çözüm alamayacağımızı fark ettikten sonra çok değer verdiğimiz ve pek çok ailenin hayatına dokunmuş, hepimize büyük fayda sağlamış olan Koray Hoca’yla* tanıştık. Kendisi çocuğumu adeta uçurumun kıyısından kurtardı. Bilincimin yükselmesinde en önemli kişi o olmuştur. Oğlum onun ismini duymuştu. İki yıl önce onunla görüşmeye başladık. Bize zaman ayırdı, emek verdi. Ben de bu süreçte bunun çocuğumun varoluşu olduğunu, başka türlüsünün olamayacağını görebildim. O zamana kadar çevremde bana çok yakın olan insanlar buna “Şımarıklık”, “Ergenlik dönemi hevesi, geçecek” dedi. “Sapkınlık” diyenler bile oldu. Tabii insan evladına böyle şeyler konduramıyor. Artık bu söylenenlerin hiçbirinin doğru olmadığını biliyorum.

Zor günler atlatıldı ve sürecimiz geçen yaz başladı. İlişkimiz şimdi çok daha iyi. Çocuğum kendini bastırdığı için, onunla güzel geçmesi gereken yıllarımızı harp içinde geçirmişim. Neden odasına kapanıyor, neden benimle paylaşmıyor, neden iyi bir anne olamıyorum, neden sıcak bir ilişkimiz yok diye çok düşünüyordum ama şimdi anlıyorum ki çocuğum bana fark ettirmeden içinde bunun mücadelesini veriyormuş. Şimdi ilişkimiz her geçen gün iyiye gidiyor ve kız kardeşi ona fevkalade destek oluyor. Benim gösteremediğim olgunluğu, konuyu ilk duyduğu andan itibaren o gösterdi. Çocuklarım mutluysa, ben de mutluyum.

Toplumun bu durumdaki bireylere acımasızlığı başlarda beni çok korkutmuştu. “Çocuğum nelerle karşılaşacak, ona nasıl bakılacak” diyordum. Sonra düşündüm, ben de bu toplumun bir parçasıyım, kendim değişmeden hiçbir şey başaramam. Başı seccadeden kalkmayan çok sevdiğim bir teyzem vardı. Bizim durumumuzu bilmiyordu, trans bireylerle ilgili olarak “Bana verecekler, hepsini idam ederim, asarım” demişti. Toplumda çok farklı noktalardan bakan böyle pek çok insan var, onları suçlamıyorum. Görüyorum ki bu konu tecrübe etmeden anlaşılamıyormuş. Umarım sizler de bu konulara kafa yorar ve başka türlü olamayacağını görürsünüz.

Tahmin edebileceğiniz gibi bir zamanlar ben de trans bireyler konusunda çok bilgili değildim. Ben artık biliyorum ve bu bilgimi paylaşabileceğim herkesle paylaşmak istiyorum. Bu serüvene yeni başlamış ailelere destek olmak istiyorum. Bu yolda elimden gelen her şeyi yapmaya çalışacağım. Hikayemizi de bu nedenle anlatıyorum. Bu çocuklar hepimizin. Artık kesinlikle ve net olarak görüyorum ki bu bireyler çok cesurlar. Kendilerini oldukları gibi kabul ettirmek için büyük çaba veriyorlar. Dürüstler, -mış gibi yapmıyorlar. Bu toplumda kendini bastıran, yargılardan korkup kendilerini ifade etmeyen çok insan var çünkü biz hoşgörülü bir toplum değiliz.

Ben artık kendimi koşulsuz sevgiyi daha evrensel kılabilmek için çaba sarf eden bir birey olarak görüyorum. Bu konudan yola çıkarak bütün farklılıklara güzel gözlerle, hoşgörüyle bakabilmek, empati kurabilmek ve empati duygusunu kuramayanlara da bunu hatırlatmak gayesini taşıyorum. Gökkuşağı Aile Grubu’na katılmadan önce bana bu, sadece benim başıma gelmiş bir olay gibi geliyordu. Koray Hocamız beni bir anneye yönlendirmişti, onunla yaptığım telefon konuşmalarında ne çok ağlamıştım. İlk toplantıda pek çok aile gibi ben de ağlamaktan konuşamamış, durumumu anlatamamıştım. Bugün geldiğim noktada artık konuyu ve bunun değiştirilemez bir durum olduğunu biliyorum. Bir şeyin değiştirilemez olduğunu bildiğiniz zaman teslimiyet duygunuz ön plana çıkıyor. Teslimiyette mucizeler olduğuna inanılır ya… O zaman kolaylaşıyor çünkü bakıyorsunuz ki çocuğunuzla benzer davranışları sergileyen başka çocuklarımız da var. Sadece benim çocuğum değilmiş, sadece ben değilmişim. Bu nedenle aile grubunun içinde olmak kesinlikle çok güzel, çok faydalı. Yeni gelen ailelere sevgiyle, şefkatle bakıyoruz ve ilk geldiğimizde yaşadıklarımızı onlarda izliyoruz, “Geçecek” diyoruz. Geçiyor. Her şeye alışılıyor.

*Doç. Dr. Koray Başar, Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi, Ruh Sağlığı ve Hastalıkları Ana Bilim Dalı

Devlet memuruyum. 18 yaşında trans kızım var. Hamileliğim sırasında hep kızım olmasını istemiştim, muayenede oğlum olacağını söylediler. Önce üzüldüm ama eşim oğlum olacak diye sevinince ben de sevindim. Doğum gerçekleşti, çocuğumuz erkek olarak dünyaya geldi ve biz de onu erkek olarak kabul ettik. Çocukluğu boyunca herhangi bir şey hissetmedim ama çevremde gördüğüm örneklerden dolayı ister istemez “Acaba benim çocuğum da böyle olur mu?” endişesi yaşadım. Bir feminenlik var mı diye onu hep kontrol altında tutuyordum. Hal ve hareketlerinde bir farklılık var mı diye gözlemliyordum, oynadığı oyuncaklara bakıyordum.

O dönemde beni şüphelendirecek hiçbir şey olmadı. Ta ki ergenliğine kadar. 14 yaşındaydı, bilgisayarının internet geçmişinde eşcinsel ilişkiye dair bir arama bulunduğunu gördüm. Linki tıkladığımda karşıma çıkan görüntüler karşısında beynimde bir şeyler çaktı. Korktum, panikledim ve çocuğuma doğrudan “Bunu sen mi izledin?” diye sordum. İnkar etti. “Onlar gibi olursan ben seni evlatlıktan reddederim, bu evde yaşayamazsın. Benim senin gibi bir çocuğum olamaz” dedim. “Hayır anne, ben öyle değilim. Merak etme ben normalim, gey değilim.” dedi. Öyle deyince içime su serpildi ama yine de o korku kalbimin bir köşesinde kaldı.

Daha sonra onu takip etmeye devam ettim ve bazı haplar buldum. Ona fark ettirmeden hapların içeriklerini internetten araştırdım ve hormonlarla ilgili ilaçlar olduğunu anladım. Kadınlık hormonuyla ilgili haplardı. “Bu haplar ne böyle?” diye sorduğumda beni “Sen bilmezsin, anlamazsın” diyerek terslemişti. Ben haplarla ilgili bilgi topladıktan sonra inkar etmeyi bıraktı ve “Ben kullanıyorum” dedi ama farklı gerekçelerle kullandığını söyledi. Şüphelerim devam ediyordu.

Sonra birlikte bir yurtdışı seyahatine gittik. Bana bu seyahat sırasında açılmayı planlıyormuş. Yola çıktığımızda görüntüsünde herhangi bir değişiklik yoktu ve erkeksi davranmaya devam ediyordu. Birkaç gün sonra “Anne ben sana bir şey söyleyeceğim. Ben homoseksüelim” dedi. Öyle deyince beynimden vurulmuşa döndüm, “Korktuğum başıma geldi” dedim. “Nasıl olur, sen inkar etmiştin, yok öyle bir şey demiştin” dediğimde “Seni üzmemek için sakladım” dedi. “Sanki şimdi üzülmedim mi?” diye sordum. “Olsun en azından bu süre zarfında üzülmemiş oldun” diye teselli etmeye çalıştı. Ben tabii biraz saldırgan davrandım. “Öyle mi olacaksın, nasıl yaşayacaksın, böyle bir hayat mı yaşayacaksın” gibi şeyler söyleyerek, sözlü tacizlerde bulundum. Sonraki günlerde ona epey sert davrandım. Ama o hep alttan alıp, sevgimi elde etmek için uğraştı. “Anneciğim, canım benim, seni çok seviyorum, seni kaybetmek istemiyorum, böyle yapma, beni incitiyorsun. Önemli olan senin fikrin. Sen beni kabul ettikten sonra gerisi hiç önemli değil” gibi şeyler söylüyordu.

Oldukça zor günler geçirdim. Sabahlara kadar uykusuz kalıp, tabiri caizse; saçımı başımı yolmak istedim. Tabii tatil de burnumuzdan gelmiş oldu. Yanına gittiğimiz yakınım, sağolsun, hem onun açılması, hem de benim kabullenmem konusunda bize destek oldu. Bana “Teyzeciğim, o senin çocuğun, onu öyle kabul etmen gerekiyor. Öyle davranma, öyle konuşma” diye telkinlerde bulundu ve beni biraz frenledi.

Eve döndüğümüzde bana bir şey izlettirmek istediğini söyledi. “Benim Çocuğum” diye bir belgesel var, beni daha iyi anlamanı sağlar” dedi. Ben “İzlemek istemiyorum, görmek istemiyorum, bilmek istemiyorum ve seni de anlamak istemiyorum” dedim. Epey ısrar etti, ısrarlarına dayanamadım. Bu arada ona çaktırmadan internetten biraz bakmıştım. Bir akşam eve döndüğümde filmi zorla sonuna kadar izlettirdi. Filmi izlerken “Demek ki yalnız değilmişim, aynı durumda olan başka aileler de varmış” dedim. Hem onlar için üzüldüm, hem de “Neden ben, neden benim başıma geldi, neden herkes gibi olmadı? Ben ne hayal ediyordum nelerle karşılaştım?” diye düşündüm. Tabii bu arada, karşınızdaki kişi çocuğunuz olduğu için ister istemez kabullenme sürecine giriyorsunuz.

Daha sonra doktora gittiğimizde, bunun bu şekilde kabullenilmesi gereken bir durum olduğunu, kendi elinde olmadığını, ailesi olarak yanında durursak onun bu süreci daha kolay atlatabileceğini söyledi. “Siz yanında olmazsanız ağır şeyler yaşar ve onu kaybedersiniz” dedi ve daha önce bilmediğim kavramlar konusunda beni bilgilendirdi. Kimi çocuğun kadın bedeninde doğup, erkek gibi hissettiğini; kimisinin erkek doğup kadın gibi hissettiğini anlattı. Cinsel yönelimi hemcinslerine karşı olanlara gey veya lezbiyen; hem hemcinsine hem de karşı cinse karşı olanlara ise biseksüel dendiğini öğrendim. Trans erkek ve trans kadın ayrımını da bilmiyordum önceden, hepsini gey olarak biliyordum.

Toplantılara katıldıkça rahatlamaya başladım ve kendimi rahatça ifade etmeyi öğrendim. Yalnız olmadığımı gördüm. Benim durumumda olan diğer ailelerle bir araya gelip güzel paylaşımlarda bulunduk, çocuklarımıza destek olup onlarla daha çok şey paylaştık.

Demek ki eskiden dünyaya at gözlüğüyle bakıyormuşuz. Daha sonra şunları öğrendim: çocuğun ne olursa olsun senin çocuğun. Yanında durup ona destek olmalısın, çocuğunu bağrına basmalı, onu kurtlar sofrasına atmamalısın. Artık ilişkilerimiz daha iyi ve daha da iyiye gideceğine inanıyorum. Bu şekilde olması belki de iyi oldu. Önceki yanlış bilgilerimden, kalıplaşmış düşüncelerimden kurtuldum. İnsanlara, cinsiyetlere bakış açım değişti. Üniversite mezunu olmama rağmen önceden edinemediğim pek çok bilgiyi edindim.

Çocuğuma, “İyi ki varsın, sen ne olursan ol her şekilde kabulümsün, senin arkandayım, seni çok seviyorum” diyorum, çocuğum da bana “Canım anneciğim, seni çok seviyorum iyi ki benim annemsin, seninle çok mutluyum ve hep seninle yaşamak istiyorum” diyor. Her iki çocuğum da benim için aynı. Çocuklarımın transseksüel veya heteroseksüel olması benim için bir şey değiştirmiyor. Aralarında bir fark görmüyorum. Sonuçta benim canımdan bir parça.

Şu anda, ergenlik çağında olduğu için bir depresyon döneminden geçiyoruz. Bu yüzden eğitimini dışarıdan tamamlıyor. Ama çok zeki bir çocuk. Matematik ve fen derslerinde çok başarılı. Bu nedenle eğer bu sıkıntıları atlatırsak ve bu depresyondan  kurtulursa başarılı olacağına inanıyorum. Annesi olarak her ihtimali göz önünde bulundurmaya çalışıyorum. Şu anda geçiş sürecindeyiz. Ameliyatlarını ve mahkemeleri atlatıp kimliğini değiştirebildiğinde ve kadın kimliğini aldığında, benim haklarımdan o da faydalanabilecek.

Çocuğum beni çok sevdiği için akşam işten yorgun döndüğümde çayımı hazırlar. Birlikte televizyon izleriz, bakım kremlerimi sürer, masaj yapar, bunlar ikimizin de hoşuna gidiyor. Kendi kendime “Elim ayağım tutmadığında bana bakacak bir çocuğum var” diyorum.

Çevremdeki pek çok kişi durumumuzu biliyor. Zaten ben söylemesem de görüntü olarak her şey ortada. Sorduklarında “Bu doğuştan gelen bir durum, hastalık değil, kendini kadın hissediyor, biz bu süreci birlikte tamamlayacağız. Ben onun yanındayım. Gerekli ameliyatlardan sonra kadın olacak. Benim artık bir oğlum, bir de kızım var” diyorum. Ben karşılarında güçlü durunca hiç kimse bir şey söyleyemiyor ve herkes destek oluyor. Destek olmasalar da başkasının ne dediği önemli değil. Önemli olan benim düşüncem. Tabii çevremdeki insanların ön yargılardan kurtulması bu durumdaki çocuklar ve gençler için önemli. Böylelikle onlara karşı yanlış tutumların bir nebze önüne geçilebilir. Bunu toplum adına bir gelişme olarak görüyorum. Herkes kendi çevresini etkilerse toplum böyle böyle bilinçlenir ve hiç kimse doğuştan gelen özellikleri yüzünden hor görülmez, öldürülmez, zarar görmez. Herkes mutlu olduğu şekilde yaşar. Kimsenin kimseyi yargılamaya, öldürmeye, zarar vermeye hakkı yok. Yaşamak, dünyaya gelmiş her canlı gibi LGBTİ+ çocuklarımızın da en doğal hakkı.

Hikayeni Paylaş

Bu süreçte aileniz ve arkadaşlarınızla nasıl bir . Bunu paylaşmak istermisin hadi formu doldur ve hikayeni paylaş