35 yıldır resim yapıyorum. İlk yapmaya başladığımda, benim için en önemli şey, tuval üzerindeki resmi gerçekliğe olabildiğince yaklaştırıp karşımdaki izleyiciyi bu gerçekliğe ikna edebilmekti. Resim yaparken en büyük endişem bu ikna konusuydu.
Karşımda duran bir ağacı çizmek için önce paleti hazırlıyorum, tüm renkleri sıkıp sonra karıştırıyorum. Ağacı yeşil görüyorum dolayısıyla en çok sıktığım renk yeşil. Yapmaya devam ederken aslında yeşilin ağacın içerisinde ne kadar az olduğunu fark ediyorum. Kahverengi var, sarı var, mor var, mavi var, beyaz var ama yeşili o kadar az kullanıyorum ki. Bunun gerçek olamayacağını düşünüyorum. “Bir yerde hata yapıyorum” diyorum fakat gören herkes ağacın ne kadar güzel olduğunu söylüyor. Daha net bir şey olsun diye, basite indirgeyip bir tane kırmızı elma alıyorum, kırmızı elmayı masamın üzerine koymuşum, kırmızı elma boyuyorum. Önümdeki palete bakıyorum yine en az kullanılan renk kırmızı.
İçinde yine sarı var, yeşil var, mor var. Gölgesi gerçekten mosmor, masanın üzerine koymuşum altı mosmor görünüyor. Yine en az kullandığım renk kırmızı. 35 yıllık sanat hayatımda öğrendiğim bir şey var ki, o da duyularımız bizi yanıltıyor. Hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını fark etmeye başlamıştım. Hiçbir şey göründüğü gibi değildi.
Aradan yıllar geçti, hala resim yapmaya devam ediyorum. 15 yaşında bir erkek çocuğum var. O kadar güzel bir hayatımız var, o kadar mutluyuz ki… Çocuğuma çok güveniyorum. Dünyanın en güzel çocuğunu doğurmuşum, en güzelini. Karakteri de yavaş yavaş oturmaya başlıyor, her gün görüyorum. Her gün yeni bir yönüyle karşılaşıyorum. Çocuğumun hem içi, hem de dışı o kadar güzel ki…
Bir sabah içimde garip bir hissiyatla uyanıyorum: çocuğum bana yalan söylüyor. Bunu kendime yediremiyorum, o kadar yakınız ki, bana yalan söyleyemez diye düşünüyorum. Ona o kadar çok seçenek sunuyorum ki, bana yalan söylemesini gerektirecek hiçbir şey yok. Bir iki yalanını yakalıyorum. Bilgisayarını kurcalıyorum, utanıyorum ama kurcalıyorum. Bilgisayarında bir mektup görüyorum, Kaan isminde birine yazılmış bir mektup, bir aşk mektubu. Edebiyatı o kadar iyi ki, bir kız arkadaşı Kaan’a aşık oldu, çocuğuma da “Bir aşk mektubu yazar mısın, Kaan benim duygularımı anlasın.” diye rica etti, öyle bir mektup zannediyorum. Yalanlar devam ediyor.
Başka bir sabah “Tamam, bu yalanlar buraya kadar” duygusuyla uyanıyorum. Çocuğumu okul çıkışında alıyorum, bir kafeye gidiyoruz. Ona “Bu hayatta güvenebileceğin tek kişi benim, seni şu kadar seviyorum, bu kadar seviyorum… Ama yanlış giden bir şeyler var. Sen bana yalan söylüyorsun, bunları açıklamanı istiyorum.” diyorum. En sonunda ona bir soru soruyorum “Çocuğum, Kaan kim?”
O arada bir pizza söylüyoruz, bu pizza benim hayatımdaki en önemli pizza. Pizza geliyor, bir parça kopartıp ağzıma atıyorum. “Tamam anneciğim, ben bunu artık sana söylemek zorundayım. Kaan benim sevgilim” diyor. “Nasıl yani anlayamadım” diyorum. O pizza lokması hala ağzımda duruyor. “Ben geyim anne.” diyor. O an o kadar büyük bir şok yaşadım ki, kendimi şöyle telkin ettim: Sakin ol, tepki verme, sadece sakin ol. Bir iki soru sordum, mesela ne zamandan beri kendisini böyle hissettiğini… Sonra bu sıfatı kendisine yakıştırmaması gerektiğini, bu konuda çok fazla bilgimiz olmadığını, birlikte bir uzmana gidersek bizi bu konuda aydınlatabileceğini söyledim. Kabul etti.
Hesabımızı ödeyip kafeden çıktık. Kafede saat 7‘de ağzıma attığım o pizza lokmasını gece 11.30’da hala yutamamıştım. Herkes uyumuştu, ben sabaha kadar uyuyamadım. Sabah oldu, İzmir’deki en iyi psikiyatristlerden birini buldum, ona gittim. Önce tek başıma gittim. Bu arada bu konuyla ilgili çocuğumla hiçbir şey konuşmadık. Ama dünya benim başıma yıkılmıştı, onunla ilgili kurduğum hayaller suya düşmüştü, sanki çocuğum ölmüştü, öyle hissediyordum. İçimde öyle bir yangın vardı. Psikiyatrist bana kabaca bunun nasıl bir şey olduğunu anlattı ama istediğim şeyi alamadım ondan çünkü amacım çocuğumu değiştirmek, onu bir heteroseksüel yapmak yani “normal” dediğimiz çocuklardan biri, çoğunluk gibi yapmaktı. Psikiyatristin açıklamalarından pek tatmin olmadım sonra bir psikolog buldum, genç bir arkadaş, ona çocuğumla birlikte gittim. Girer girmez durumu anlattım, bana söylediği ilk şey “Eğer çocuğunuzu değiştirmek istiyorsanız lütfen bir daha buraya gelmeyin” oldu “Ama çocuğunuzun toplum içinde kendisi gibi yaşamasını istiyorsanız gelin” dedi. Terimlerin hepsini bana güzelce açıkladı. Ben hala, “Benim çocuğum daha 15 yaşında, hiçbir cinsel tecrübesi yok, bir çocuk hiç tecrübesi yokken hemcinsine ilgi duyduğunu nasıl açıklayabilir?” diye ısrar ediyorum. Psikolog “Bizim için kişinin beyanı ve hisleri önemlidir.” diye cevaplıyor. Öğrendiğim en önemli şey burada karşıma çıkmıştı yine: Duyular bizi yanıltıyor, en önemlisi hisler. Ben kabullenmeye o gün başladım. Bunu öğreneli iki yıl oldu. İlk başlarda sürekli ağlıyordum. İlk bir yıl, arkadaşlarıma hatta hiç tanımadığım insanlara sırf bu ağlamayı yenebilmek için ortada hiçbir konu yokken “Merhaba Ayşe, biliyor musun benim oğlum eşcinsel” diyordum. Bunu defalarca böyle söyledikten sonra artık ağlamadan açıklamayı öğrendim.
Şimdi her gün çocuğumun yeni ve çok güzel özelliklerini öğreniyorum. Her gün… Bana öyle çok şey öğretti ki… Saatlerce kitaplar okudum, sadece cinsellikle ilgili değil, hayata dair binlerce şey. Bunların hepsini çocuğum sayesinde öğrendim, ona çok şey borçluyum.